BİR önceki yazımızda diktatörlük ve otoriter rejimi anlatmıştık.Demokratik olmayan diğer bir rejim türü totaliter rejimi anlatmaya çalışalım.
Totaliter rejimi Juan J. Lınz Totoliter ve otoriter rejimler eserinde şöyle tanımlamıştır. Yarışmacı olmayan modern rejimlerin incelenmesinde, totalitarizmin işgal ettiği önemli yer göz önünde bulundurulursa, totaliter sistemlerin hâlen klasikleşmiş bazı tanımlarıyla işe başlamak ve bunları sunduktan sonra, onlara yöneltilen eleştirileri izleyerek bilgimizi biraz daha ileri götürmek, yararlı olacak gibi görünüyor. Son zamanlarda Carl Friedrich, daha önce kendisinin ve Z. K. Brzezinski’nin vermiş oldukları orijinal tasvir edici tanımı, şu şekilde yeniden formülleştirmiştir:
“Bu rejimi, gerek başka çeşit ve daha eski otokrasilerden, gerek heterokrasilerden ayıran özellikler Altı tanedir. Hatırlatmak gerekirse bunlar, günümüzde hayli genel bir kabul gören şu olgular dizisidir: (1) toptancı (totalist) bir ideoloji; (2) bu ideolojiye bağlı ve genellikle tek bir kişinin, yani diktatörün liderliğindeki bir tek-parti; (3) çok gelişmiş bir gizli polis ve üç çeşit tekel; daha doğrusu, şunların tekelci kontrolü: (a) kitle haberleşmelerinin, (b) kullanmaya elverişli silahların, (c) ekonomik örgütler de dâhil olmak üzere bütün örgütlerin. Böylece, merkezden planlanan bir ekonomide işin içine girmektedir... Şunu ekleyebiliriz ki, eğer daha fazla basitlik isteniyorsa, bu altı özelliği üç tanede gruplandırmak mümkündür; Toptancı bir ideoloji, gizli polisten güç alan bir parti ve endüstriyel kitle toplumunda kişiler arası ilişkilerin üç belli başlı şekli üzerinde bir tekel.Bu tekelin mutlaka parti tarafından yürütülmesi şart değildir. Daha önceki eserimin bazı Eleştirilerinde görülen bir yanlış anlamayı önlemek için, bu noktayı baştan belirtmek gerekir. Önemli nokta şudur ki, bu tekelci kontrol, belli bir toplumu yönetmekte olan ve böylece onun rejimini meydana getiren elitin elindedir. Brzezinski, bu sistemlerin nihaî amacını vurgulayan daha özlü şöyle bir tanım önermiştir: Totalitarizm, diktatörlük genel kategorisine giren yeni bir hükümet şeklidir; bu sistemde siyasal İktidarın teknolojik yönden ileri araçları, topyekûn bir sosyal devrimi gerçekleştirmek amacıyla, bir elit hareketinin merkezî liderliği tarafından, bir kayıt ve şarta bağlı olmaksızın kullanılır; tüm halkın zorla sağlanan oybirliği atmosferi içinde liderlikçe ilan edilen bu devrim, insanın birtakım keyfî ideolojik varsayımlara göre şartlandırılmasını da kapsar. Franz Neumann da benzer mahiyette bir dizi tanımlayıcı nitelikten söz etmiştir. Bir sistemi totaliter olarak nitelendirebilmemiz için zorunlu için zorunlu boyutlar şunlardır: Bir İdeoloji; kitlesel bir tek-parti ile diğer mobilize edici örgütler; iktidarın, geniş bir seçici çevreye Hesap verme durumunda olmayan ve iktidardan kurumlaşmış barışçı yöntemlerle Uzaklaştırılamayan bir kişide ve yardımcılarında veya küçük bir grupta toplanmış olması. Bu unsurlardan her biri, demokratik olmayan sistemlerin diğer tiplerinde de ayrı ayrı bulunabilir; Bir sistemi totaliter kılan, ancak bunların hepsinin bir arada var oluşudur. Demek oluyor ki, bütün Tek-parti sistemleri totaliter olmadığı gibi, serbestçe kurulmuş partiler arasında dürüst bir iktidar Yarışmasının mevcut olduğu hiçbir sistem totaliter olamaz; bir tek-partiye, daha doğrusu aktif bir tek-partiye sahip olmayan demokrasi dışı hiçbir sistem de totaliter sayılmaz. Friedrich’in eserinin gözden geçirilmiş baskısında kabul ettiği gibi nihai iktidarın veya iktidarın en büyük payının parti örgütünde olması da şart değildir. Ne var ki böyle bir kitlesel tek-parti ile ona hakim olan bürokrasinin hiç değilse kendi üyeleriyle ve sade vatandaşlarla olan ilişkiler bakımından toplumun en güçlü kurumları arasında yer almaması pek uzak bir olasılık gibi görünmektedir.” (Linz, 2017: 35-37)
Diğer taraftan totaliter rejimin niteliklerini şöyle sıralamıştır. Monist, fakat monolitik olmayan bir iktidar merkezi mevcuttur.;eğer kurumlar veya gruplar arasında bir plüralizm varsa,bu meşruluğunu o merkezden alır ve büyük ölçüde onun hakemliği altında işler; bu plüralizm,eski toplumun dinamiklerinin bir ürünü değil,temelde siyasal yoldan yaratılmış bir şeydir.Tekelci, özerk ve fikren az çok geliştirilmiş bir ideoloji mevcuttur. Yönetici grup veya liderle, onların emri altındaki parti, kendilerini bu ideoloji ile özdeşleştirirler, onu politikalarına temel yaparlar veya bu politikaları meşrulaştırmakta kullanılır. İdeolojinin belli sınırlarının dışına çıkmak, müeyyidesiz kalmayacak bir heterodoksluktur. İdeoloji, belli bir programdan veya meşru siyasal eylem sınırlarının tanımından ibaret olmayıp, sözüm ona bir nihai anlam, bir tarihsel amaç duygusu ve bir sosyal gerçeklik yorumunu getirmektedir. Vatandaşların, siyasal görevleri ve kolektif sosyal görevlere katılmaları ve bu amaçla aktif bir mobilizasyon içinde olmaları, özendirilir, talep edilir ve ödüllendirilir, tek-parti ve çok sayıdaki tekelci ikincil grup, bu katılmanın kanallarını oluşturur. Birçok otoriter rejimin ayırıcı özelliği olan pasif itaat ve ilgisizlik, yöresellik ve’ uyrukluk rollerine sığınmak, yöneticilerin arzu edilmez gördükleri şeylerdir. Bu üçüncü özellik, totaliter bir toplumu, demokrasilerin çoğunun idealine hatta gerçekliğine yaklaştırır; onu “totaliter olmayan demokrasi dışı sistemler” in çoğundan ayıran başlıca özellik budur. Totaliter sistemlerin demokratik gözlemcilerini çoğu zaman bu kadar takdire sevk eden şey, işte bu katılma duygusudur; bu gözlemciler, bir demokrasiyle karşı karşıya olduklarını, hatta bunun, vatandaşların kamu sorunlarıyla ancak veya daha çok seçim zamanında ilgilendikleri bir demokrasiden daha da mükemmel olduğunu düşünürler. Oysa mobilizasyona dayanan bir rejimdeki katılma ile bir demokrasideki katılma arasında şu temel fark vardır; Bunlardan ilkinde, her hayat alanı ve her amaç için, sadece bir tek kanaldan katılma mümkündür; katılmanın nihai amacı ve yönü tek bir merkez tarafından belirlenir; bu merkez, söz konusu örgütlerin meşru amaçlarını belirler ve onların nihai denetimini kendi elinde tutar. Bir totaliter sistemin ayırıcı özelliği, az çok monist nitelikteki karar merkeziyle, onun denetlediği örgütlerdeki bu ideolojik amaçlı katılma süreçleri arasındaki sürekli eki-tepki ilişkisidir; bu merkezin kendisi de söz konusu ideolojik bağlılıklarından yön alır, ya da onları kullanır veya amaçlarına alet eder (Linz, 2017: 41-42).
Sabri Sayarı-Hasret Dikici Bilgin’in Karşılaştırmalı siyaset Temel konular ve yaklaşımlar adlı eserinde Juan J.Linz esrine atıf yaparak totaliter rejim il ilgili şöyle yer vermiştir. Nazi Almayası, Stalinist Rusya, erken dönem Doğu Avrupa komünizmleri gibi rejimlerle örneklenen totaliter rejimler, Linz ve Stepan‘a göre bu dört değerlendirme ölçütü açısından diktatörlükler arasında otoriter rejimin diğer kutbunu oluşturur. Totaliter rejimlerde siyasal çoğulculuk bunmadığı gibi ekonomik ve toplumsal çoğulculuk da bulunmaz. Yönetici parti bütün bu alanlarda hem hukuki (de jure) olarak hem de gerçekte (de facto) bütün kontrolü elinde tutar. Kadınlar, gençler gibi toplumsal gruplar partinin kolları olarak örgütlenir ve devletten bağımsız örgütler kuramazlar, dini örgütler ve devletin idari yapısı da otonomisini (özerkliğini) kaybeder. Kısaca totaliter rejim kurulmadan önce var olan çoğulculuk tamamen yok edilir. Bu rejimlerde ayrıntılı ve yol gösterici bir ideoloji hayatın hemen tüm alanlarında yol gösterir.(hangi sporun ideolojiye uygun olduğundan, ne çeşit kıyafetin ideoloji ile örtüştüğüne kadar) ve yurttaşlara ulaşılabileceğine inanılan bir ütopya sunar. Hem liderler hem de bireylerin davranışlarının ve görevlerinin meşruiyet kaynağında bu ideolojiye uygunluk ve bağlılık oluşturur. Bu rejimlerde kitle mobilizasyonu rejimler düzenlediği etkinliklerde hem yaygın hem de yoğun bir şekilde yapılır. Bir başka ifadeyle, hem ülkenin hem de toplumsal yaşamın he köşesinde yurttaşlar rejime ve ideolojiye bağlılıklarını toplu bir şekilde gösterirler. Ayrıca, ideolojinin ve partinin gösterdiği doğrultuda siyasete katılmak önemli addedilir ve kendine dönük, bireysel yaşam küçümsenir ve kötülenir, liderlik ölçütüne göre bu rejimler hukuk tarafından kısıtlanmayan ve çoğunluk karizmatik liderler tarafından yönetilir. Liderler öngörülmez şekilde hareket eder ve bu durum hem yönetici sınıf için hem de yönetilenler için güvenilmez bir ortam yaratır. Örneğin Linz ve stepan, Stalin liderliği zamanında, 1930’da dokuz Sovyet politbüro üyesinden, 1937 yılına geldiğimiz de beşinin ya yok olduğu ya da öldürüldüğünü belirtir. Son olarak totaliter rejimlerde yöneticiler, partiye olan bağlılıklarına ve parti mekanizmalarında gösterdikleri başarıya göre seçilirler (Sayarı ve Bilgin, 2016: 48-49).
Gerek Linz-stepan gerekse Sabri Sayarı ve Hasret Dikici Bilginin totaliter rejim tanım ve değerlendirmelerinde rejimi elinde bulunduran lider ve partisi kendine ideoloji belirlemesi ile toplum üzerinde bu ideoloji ile baskı kurmaktadır. Diğer ifade edilen ise çoğulculuktan çıkarak anti demokratik yönetim sergilenmektedir. Bu tip totaliter rejimlerle yönetme hevesi içerisinde birçok ülke liderleri olduğu görülmektedir.Totaliter rejimle yönetilmek istenen ülkelerde genel durum hukuk devleti olmaktan uzak ,ekonomisi,teknolojisi ve sanayisi gelişmemiş kadim geleneklere bağlı ülkelerde görülmektedir.Totaliter rejim tutkunları liderler kendilerine yakın veya halkın genelinde oluşan dini etnik muhafazakarlık ideoloji üzerinden halkı mobilize ederler; eğer muhalefet, basın, sivil toplum örgütleri veya halkın oluşturduğu tepkiye karşı baskıcı ve gücün kendinde olduğunu belirtici algı ile karizmatik liderlik duruşu ile rejimin uygulanmasını sağlar.
Diğer taraftan otoriter rejimler ile iktidara gelenler totaliter rejimlere geçiş yaparlar. Totaliter rejime en iyi örnek Kuzey Kore’dir. Mısır, Tunus otoriter rejimle ki bu askeri darbelerle oluşturulmuştur; zamanla totaliter rejimlere dönüşmüştür. Arap Baharı ile aydınların ve halkın ayaklaması ile totaliter rejimlere karşı eylemler meydana gelmiştir. Kaldı ki totaliter rejimden demokratik rejimlere geçiş zor olduğundan kısmen otoriter kısmen totaliter rejimler iktidarı elinde bulundurmaktadırlar. Kuzey Kore’ ise medya tekeli elinde, rejime destekleyen propagandalar, tek lider veya tek parti ve tamamen hayale dayalı bir yönetim sergilenmektedir. Egonun inanç ve değerlerin üstünde tutulması otoriter ve totaliter rejimlerin prensipleri içerisindedir.
Sonuç olarak gerek totaliter gerek otoriter rejimler toplumun yönetilmesinde uygulanabilir sürekliliği bulunmamaktadır. Devletlerin bekasının sağlanmasında hukuk devleti ile toplumsal uzlaşı ve devlet yönetiminde Tek lider veya zümre odaklı olmayan toplumun her kesimini temsilde etkin aynı zamanda devletin kurumsal yönetiminde liyakat ve basiretli yönetim anlayışı ile yöneten ile yönetilen arasında uzlaşmacı bir yapı olmalıdır.