Bir yanda dedesinden ya da annesinden kalan kitapları hurdacıya yollayıp evinde yeni aldığı televizyon için yer açan insanlık, bir yanda ise kazandıklarını, ata mirası konakları aslına uygun biçimde onartmak için harcayan insanlık.
Yazımızın konusu olan Saatçi Hafız Konağı’nın hikâyesini başlatan ve unutulmuş değerlerin varlığını bize tekrar hatırlatan kişi Mehmet Kemal Altınel’dir.
İstanbul Teknik Üniversitesi Elektrik Bölümü’nden 1951 yılında mezun olan Mehmet Kemal Altınel, uzun bir meslek hayatının ardından 2001 yılında Ordu’ya döner. Baba mirası evlerinin harabe halini gördüğünde, her odasında anne-babası ve kardeşleriyle geçirdiği güzel günleri hatırlar ve göğsünün tam ortasına saplanan bir bıçakla yüreği tarifsiz acılarla sızlar.
Yüreğindeki bu acıyı dindirmek isteyen Kemal Altınel, eşi Melike Hanım ile birlikte, şimdi bir harabeye dönen, neşeli çocukluk ve gençlik yılları geçirdiği baba evini kurtarmanın planlarını hazırlar. Yapıldığı tarih kesin olarak bilinmeyen ama 1900’lerin hemen başında önemli tarihsel olaylara tanıklık eden bu konak, 1987 yılında Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıkları Yüksek Kurulu kararıyla koruma altına alınmıştır. Bu nedenle onarımı için Koruma Kurulundan izin alınması gereklidir.
Babadan kalan konağın yıllar içerinde çoğalan mirasçıları olan kardeşlerinden ve kardeş çocuklarından hisseler satın alınır. Gerekli planlar hazırlanıp onaylandıktan sonra konağın aslına uygun bir biçimde yenileme çalışmalarına başlanır.
Konağın 1900’lerin başında önemli tarihsel olaylara tanıklık ettiğini belirtmiştik. İlk sahipleri Ordulu Ermeni bir ailedir. Ermeni iki kardeş birbirine yakın, eski Samsun yolunun üzerindeki iki konağın sahipleridir. Hikâyemizin konusu olan konağın ilk sahibi Ermeni vatandaşın adını bilemiyoruz. Ancak üst taraftaki konağın sahibi olan kardeşin iki erkek çocuğunun adı biliniyor: Dişçi Atam Bey ve Papken Efendi.
1918 yılında konağı Ordu Ortodoks Rum Cemaatinin dini lideri olan Metropolit Meletios kullanmış. Birinci Dünya Savaşı devam ederken Ordu’dan uzaklaştırılan Metropolit Meletios, savaşın Osmanlı Devleti’nin yenilgisiyle sonuçlanmasının ardından 1918 yılında Ordu’ya geri dönmüştü.
Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nin yenilgisini tescilleyen Mondros Ateşkes Anlaşması 30 Ekim 1918’de imzalanmıştı. Osmanlı tebaası Müslümanların moralleri bozulmuş, her yerde olduğu gibi bir umutsuzluk havası esmeye başlamıştı.
Bu yıllarda Ordu’da bulunan ve gelişmeleri gün be gün kaydeden Fevzi Güvemli hatıralarında bugünden sonra Rumlarda bir kıpırdanış, bir heyecan oluştuğunu yazıyor. Rum Metropoliti de Ordu’ya gelmiştir;
“Bir gün Metropolit Meletyüs(Meletios) çıkageldi. Şimdiki Vali Konağının az ötesinde bir eve yerleşti.(O zamanlar Vali Konağı, Köşk Apartmanı arkasında, Sıtkı Can Caddesi üzerindeydi) Onun gelmesiyle şenlik de başladı Rum mahallelerinde. Kilisenin yanındaki Rum Okulu yine açıldı.
Ordu’da Metropolit Meletyüs’ün itibarı gün geçtikçe artıyordu. Önemli bir siyaset adamı olmuştu. Dikkate değer şahsiye¬ti de vardı, yakışıklıydı da. Koyu kestane rengi sakalını hatırlıyorum. Saçları yüksekçe, silindir biçimi si¬yah başlığının arkasında topuz edil¬mişti. Uzun cübbesiyle vakarlı bir yü¬rüyüşü de vardı.
Türk demeye dilim varmıyor ama Müslümanlardan da çevre yapmıştı kendisine. Evet, üzülerek açıklayayım, bu adamlar etekliyor hatta yaltaklanıyorlardı. Acıdır ama böyleydi, bunlar ne olur ne olmaz düşüncesiyle güya yarınlarını garanti ediyorlardı.”
İşte Metropolit Meletios, kendisine yakınlık gösteren kişilerle Fidangor’dan konuşa konuşa ikamet ettiği bu konağa doğru yürüyor, konuklarını burada ağırlıyordu. Ama ülkedeki siyasi gelişmeler 1923 yılında imzalanan Lozan Anlaşması’na eklenen Mübadele Protokolü uyarınca Rumların Yunanistan’a zorunlu göçü ile sonuçlanmıştı. Rumlardan kalan taşınmaz malların bir kısmı Yunanistan’dan Ordu’ya göç eden mübadil Müslümanlara verildi. Bazıları ise Ordu Defterdarlığının açmış olduğu ihale ile satıldı.
Öykümüzün konusunu oluşturan konak da 1926 yılında Saatçi Hafız Hüseyin Efendi tarafından satın alındı. Saatçi Hafız, Ruslar Doğu Karadeniz bölgesini işgal etmeye başlayınca, 1914 yılında ailesini güvenli olarak gördüğü Ordu’ya taşımıştı. Hafız Hüseyin, Trabzon Polathane’den Ordu’ya kardeşi Kazım Mehmet, karısı Firdevs Binnaz, çocukları Mahmut Celal ve Bahriye ile birlikte gelmişti ve 27 yaşındaydı.
Kendileri Trabzon’da Molla İsmailzadeler sülalesindendi. Ordu’ya gelirlerken ilk çocukları Mahmut Celal henüz yürümeye başlamış, kızları Bahriye ise kundaktaydı. Elinde altın bileziği olan sanatı vardı. Trabzon’da Rum ustasından saatçiliği ve kuyumculuğu öğrenmişti.
Vakit kaybetmeden Ordu’da dükkânını açarak mesleğini icra etmeye başladı. Hafızdı, Kuran-ı Kerim’i ezbere okuyordu. Bu özelliği sayesinde Ordululara kısa zamanda kendisini sevdirip kabul ettirdi. Aziziye, Atik İbrahim Paşa ve Hamidiye Camilerinde imamlara yardım ediyor sohbetlerine katılıyordu.
Yaptıkları bu dini sohbetlerin farklı inançtan bir katılımcısı da vardı: Ermeni Kilisesi papazı. Ermeni papaz İncil’den örnekler vererek sohbeti renklendiriyordu. Zaferi Milli Mahallesi’ndeki Ermeni kilisesi 1937 yılında Vali Bekir Sami Baran döneminde, sapasağlamken, siyasi sebeplerle yıktırılmış, Ordu Ermeni cemaati ve papaz kilisesiz kalmıştı. Ermeni vatandaşlar ibadetlerini papazın evinde yapıyor, papaz da geçimini sağlayabilmek için kimsenin yapmaya tenezzül etmediği marangozluk ve baca temizliği gibi işlere gidiyordu.
1926 yılında Metropolit Meletyüs’ün evini satın alan Saatçi Hafız Hüseyin, giderek kalabalıklaşan ailesiyle buraya yerleşti. Hafız Hüseyin’in Trabzon’da doğan iki çocuğuna Ordu’da Emine, Osman Bahri, Behice, Leman ve Muzaffer Nihat eklenmişti. Ayrıca yanlarında akrabaları olan iki çocuk daha kalıyordu. Hafız Hüseyin konağa taşındıktan sonra aileye iki çocuk daha katıldı: Mehmet Kemal ve Ahmet İhsan. Böylece evdeki çocuk sayısı 11 olmuştu.
Hafız Hüseyin Efendi soyadı yasası çıkınca mesleğinden ötürü “Altınel” soyadını almayı uygun gördü. Zaman içerisinde dükkânını saatçilik ve kuyumculuk işlerinin yanında her türlü eşyanın satıldığı büyük bir mağazaya dönüştürdü. Mağazada hem erkek çocukları kendisine yardım ediyor hem de maaşlı kişiler çalışıyordu.
1923 yılında Ordu’da Hüseyin Efendi dışında saatçilik yapan iki kardeşe ait iki ayrı dükkân daha bulunuyordu: Hacı Durmuşzade Mustafa Efendi ve Hacı Durmuşzade Tahsin Efendi. Ama Ordu’da Saatçi denildiğinde herkesin aklına Hüseyin Efendi gelmekteydi. Zaten bu dönemde büyük mağaza sahipleri sayılırken “Saatçiler, Odacılar, Hakiler, Zalzadeler” deniyordu. Saatçiler derken de Saatçi Hafız Hüseyin Efendi kastediliyordu.
Hafız olarak dindar bir yapıya sahip olan Hüseyin Altınel, Cumhuriyetin getirmiş olduğu yeniliklere ve modernleşme çabalarına her zaman için yaşantısıyla, düşünceleriyle destek olmuştur. Bunun en önemli göstergesi bütün kızlarını, bütün çocuklarını okullara göndermiş olmasıdır. 1917 yılında Ordu’da doğan kızları Emine, eğitim için Ordu’dan İstanbul’a giden ilk kız öğrencilerden biridir. Emine Altınel, ilk ve ora okulu Ordu’da okuduktan sonra lise olmadığı için babası tarafından İstanbul Kandilli Lisesi’ne gönderilmiştir. Buradan sonra Darülfünun denilen İstanbul Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi’ne girerek Coğrafya bölümünden mezun olmuş ve öğretmenlik yapmaya başlamıştır.
Hüseyin Altınel’in yenilikçi taraflarından birisi de Ordu’da Harut Artun’un babası Mıgırdıç Artun gibi bisiklet kullanmasıdır. Ordu’da o dönemlerde Müslüman insanlar bisiklete binmeyi hoş karşılamıyorlardı. Hafız Hüseyin Efendi bisiklete binmeye başladığında etraftan “Hafız Efendi! Şeytan Arabasına nasıl binersin?” tepkileriyle karşılaşmış ama bunları önemsemeden bisikletini sürmeye devam etmiştir.
Otomobilin Ordu’ya ilk geldiği yıllarda ise bisikletten otomobile terfi etmiş, 1930’da ilk arabasını satın almıştır. Aracın önünde ay-yıldız bulunuyor, yıldızın sağında Latin harflerle “Ordu” ortada “10” ve solunda Osmanlıca harflerle yine “Ordu” yazıyordu. Ordu’da kayıtlı onuncu araç olan bu otomobil önden çevrilerek marş ediliyordu.
Hafız Hüseyin Beyin eşi Binnaz Hanım, bu konakta neşe ve huzur içerisinde dokuz çocuğunu yetiştirmiş, çok çocuk doğurduğu için de devletten madalya almıştır. Balkan Savaşları’ndan itibaren durmaksızın cephelerde savaşlara katılan Anadolu’nun nüfusu iyice azalmıştı. Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti yetkilileri, özellikle de Mustafa Kemal Atatürk, nüfusun artırılmasını istiyordu. Bunun için 1930 yılında çıkarılan Umumi Hıfzıssıhha Kanunu ile bazı önlemler alındı. Gebeliğe engel olacak, çocuk düşürmeye yarayacak aletlerin alımı ve satımı yasaklandı. Yasanın yayın tarihinden sonra altı çocuk sahibi olanlara para ödülü ya da madalya verildi. Anneler bir berat ile ödüllendirildi, aile yol vergisinden muaf tutuldu. Bu uygulama sonucunda Binnaz Hanıma bir madalya ve berat gönderildi.
Hafız Hüseyin Altınel’in sekizinci çocuğu Mehmet Kemal Altınel, mutlu çocukluğunu geçirdiği konağı onardıktan sonra, bu evi bir Aile Müzesine bir Müze Eve dönüştürmeye karar verdi. Bunun için kardeşlerinden ve kardeşlerinin çocuklarından bu eve ait eşyaları toparladı ama çoğu eşya kaybolmuştu. Olanları aldı, olmayanların yerine benzerlerini yaptırdı. Evin her odasının duvarlarına, bir zamanlar bu odaların duvarlarında sesleri yankılanan anne-babasının ve kardeşlerinin resimlerini çerçeveletip astı.
Şimdi evin her duvarında bir kardeşin hayat hikâyesini anlatan bir yazı ve onlarca fotoğraf bulunuyor. Konaktan çıkarken, bir zamanlar merdivende koşuşturan çocukların cıvıltılı sesleri ve asırlık çalar saatin melodisi bizi yolcu ediyor. Caddeye açılan kapıdan dışarıya adım attığımızda ise arkamızda yüz yıllık bir geçmişi bırakarak gündelik hayatın koşuşturmasına dalıveriyoruz.
(NOT: Bu yazıyı 2013 yılında yazmıştım. Babasından kalan konağı bir aile müzesine çeviren sevgili Mehmet Kemal Altınel amcamız vefat etti. Mekanı cennet olsun. Anısına saygıyla...)
Yazımızın konusu olan Saatçi Hafız Konağı’nın hikâyesini başlatan ve unutulmuş değerlerin varlığını bize tekrar hatırlatan kişi Mehmet Kemal Altınel’dir.
İstanbul Teknik Üniversitesi Elektrik Bölümü’nden 1951 yılında mezun olan Mehmet Kemal Altınel, uzun bir meslek hayatının ardından 2001 yılında Ordu’ya döner. Baba mirası evlerinin harabe halini gördüğünde, her odasında anne-babası ve kardeşleriyle geçirdiği güzel günleri hatırlar ve göğsünün tam ortasına saplanan bir bıçakla yüreği tarifsiz acılarla sızlar.
Yüreğindeki bu acıyı dindirmek isteyen Kemal Altınel, eşi Melike Hanım ile birlikte, şimdi bir harabeye dönen, neşeli çocukluk ve gençlik yılları geçirdiği baba evini kurtarmanın planlarını hazırlar. Yapıldığı tarih kesin olarak bilinmeyen ama 1900’lerin hemen başında önemli tarihsel olaylara tanıklık eden bu konak, 1987 yılında Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıkları Yüksek Kurulu kararıyla koruma altına alınmıştır. Bu nedenle onarımı için Koruma Kurulundan izin alınması gereklidir.
Babadan kalan konağın yıllar içerinde çoğalan mirasçıları olan kardeşlerinden ve kardeş çocuklarından hisseler satın alınır. Gerekli planlar hazırlanıp onaylandıktan sonra konağın aslına uygun bir biçimde yenileme çalışmalarına başlanır.
Konağın 1900’lerin başında önemli tarihsel olaylara tanıklık ettiğini belirtmiştik. İlk sahipleri Ordulu Ermeni bir ailedir. Ermeni iki kardeş birbirine yakın, eski Samsun yolunun üzerindeki iki konağın sahipleridir. Hikâyemizin konusu olan konağın ilk sahibi Ermeni vatandaşın adını bilemiyoruz. Ancak üst taraftaki konağın sahibi olan kardeşin iki erkek çocuğunun adı biliniyor: Dişçi Atam Bey ve Papken Efendi.
1918 yılında konağı Ordu Ortodoks Rum Cemaatinin dini lideri olan Metropolit Meletios kullanmış. Birinci Dünya Savaşı devam ederken Ordu’dan uzaklaştırılan Metropolit Meletios, savaşın Osmanlı Devleti’nin yenilgisiyle sonuçlanmasının ardından 1918 yılında Ordu’ya geri dönmüştü.
Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nin yenilgisini tescilleyen Mondros Ateşkes Anlaşması 30 Ekim 1918’de imzalanmıştı. Osmanlı tebaası Müslümanların moralleri bozulmuş, her yerde olduğu gibi bir umutsuzluk havası esmeye başlamıştı.
Bu yıllarda Ordu’da bulunan ve gelişmeleri gün be gün kaydeden Fevzi Güvemli hatıralarında bugünden sonra Rumlarda bir kıpırdanış, bir heyecan oluştuğunu yazıyor. Rum Metropoliti de Ordu’ya gelmiştir;
“Bir gün Metropolit Meletyüs(Meletios) çıkageldi. Şimdiki Vali Konağının az ötesinde bir eve yerleşti.(O zamanlar Vali Konağı, Köşk Apartmanı arkasında, Sıtkı Can Caddesi üzerindeydi) Onun gelmesiyle şenlik de başladı Rum mahallelerinde. Kilisenin yanındaki Rum Okulu yine açıldı.
Ordu’da Metropolit Meletyüs’ün itibarı gün geçtikçe artıyordu. Önemli bir siyaset adamı olmuştu. Dikkate değer şahsiye¬ti de vardı, yakışıklıydı da. Koyu kestane rengi sakalını hatırlıyorum. Saçları yüksekçe, silindir biçimi si¬yah başlığının arkasında topuz edil¬mişti. Uzun cübbesiyle vakarlı bir yü¬rüyüşü de vardı.
Türk demeye dilim varmıyor ama Müslümanlardan da çevre yapmıştı kendisine. Evet, üzülerek açıklayayım, bu adamlar etekliyor hatta yaltaklanıyorlardı. Acıdır ama böyleydi, bunlar ne olur ne olmaz düşüncesiyle güya yarınlarını garanti ediyorlardı.”
İşte Metropolit Meletios, kendisine yakınlık gösteren kişilerle Fidangor’dan konuşa konuşa ikamet ettiği bu konağa doğru yürüyor, konuklarını burada ağırlıyordu. Ama ülkedeki siyasi gelişmeler 1923 yılında imzalanan Lozan Anlaşması’na eklenen Mübadele Protokolü uyarınca Rumların Yunanistan’a zorunlu göçü ile sonuçlanmıştı. Rumlardan kalan taşınmaz malların bir kısmı Yunanistan’dan Ordu’ya göç eden mübadil Müslümanlara verildi. Bazıları ise Ordu Defterdarlığının açmış olduğu ihale ile satıldı.
Öykümüzün konusunu oluşturan konak da 1926 yılında Saatçi Hafız Hüseyin Efendi tarafından satın alındı. Saatçi Hafız, Ruslar Doğu Karadeniz bölgesini işgal etmeye başlayınca, 1914 yılında ailesini güvenli olarak gördüğü Ordu’ya taşımıştı. Hafız Hüseyin, Trabzon Polathane’den Ordu’ya kardeşi Kazım Mehmet, karısı Firdevs Binnaz, çocukları Mahmut Celal ve Bahriye ile birlikte gelmişti ve 27 yaşındaydı.
Kendileri Trabzon’da Molla İsmailzadeler sülalesindendi. Ordu’ya gelirlerken ilk çocukları Mahmut Celal henüz yürümeye başlamış, kızları Bahriye ise kundaktaydı. Elinde altın bileziği olan sanatı vardı. Trabzon’da Rum ustasından saatçiliği ve kuyumculuğu öğrenmişti.
Vakit kaybetmeden Ordu’da dükkânını açarak mesleğini icra etmeye başladı. Hafızdı, Kuran-ı Kerim’i ezbere okuyordu. Bu özelliği sayesinde Ordululara kısa zamanda kendisini sevdirip kabul ettirdi. Aziziye, Atik İbrahim Paşa ve Hamidiye Camilerinde imamlara yardım ediyor sohbetlerine katılıyordu.
Yaptıkları bu dini sohbetlerin farklı inançtan bir katılımcısı da vardı: Ermeni Kilisesi papazı. Ermeni papaz İncil’den örnekler vererek sohbeti renklendiriyordu. Zaferi Milli Mahallesi’ndeki Ermeni kilisesi 1937 yılında Vali Bekir Sami Baran döneminde, sapasağlamken, siyasi sebeplerle yıktırılmış, Ordu Ermeni cemaati ve papaz kilisesiz kalmıştı. Ermeni vatandaşlar ibadetlerini papazın evinde yapıyor, papaz da geçimini sağlayabilmek için kimsenin yapmaya tenezzül etmediği marangozluk ve baca temizliği gibi işlere gidiyordu.
1926 yılında Metropolit Meletyüs’ün evini satın alan Saatçi Hafız Hüseyin, giderek kalabalıklaşan ailesiyle buraya yerleşti. Hafız Hüseyin’in Trabzon’da doğan iki çocuğuna Ordu’da Emine, Osman Bahri, Behice, Leman ve Muzaffer Nihat eklenmişti. Ayrıca yanlarında akrabaları olan iki çocuk daha kalıyordu. Hafız Hüseyin konağa taşındıktan sonra aileye iki çocuk daha katıldı: Mehmet Kemal ve Ahmet İhsan. Böylece evdeki çocuk sayısı 11 olmuştu.
Hafız Hüseyin Efendi soyadı yasası çıkınca mesleğinden ötürü “Altınel” soyadını almayı uygun gördü. Zaman içerisinde dükkânını saatçilik ve kuyumculuk işlerinin yanında her türlü eşyanın satıldığı büyük bir mağazaya dönüştürdü. Mağazada hem erkek çocukları kendisine yardım ediyor hem de maaşlı kişiler çalışıyordu.
1923 yılında Ordu’da Hüseyin Efendi dışında saatçilik yapan iki kardeşe ait iki ayrı dükkân daha bulunuyordu: Hacı Durmuşzade Mustafa Efendi ve Hacı Durmuşzade Tahsin Efendi. Ama Ordu’da Saatçi denildiğinde herkesin aklına Hüseyin Efendi gelmekteydi. Zaten bu dönemde büyük mağaza sahipleri sayılırken “Saatçiler, Odacılar, Hakiler, Zalzadeler” deniyordu. Saatçiler derken de Saatçi Hafız Hüseyin Efendi kastediliyordu.
Hafız olarak dindar bir yapıya sahip olan Hüseyin Altınel, Cumhuriyetin getirmiş olduğu yeniliklere ve modernleşme çabalarına her zaman için yaşantısıyla, düşünceleriyle destek olmuştur. Bunun en önemli göstergesi bütün kızlarını, bütün çocuklarını okullara göndermiş olmasıdır. 1917 yılında Ordu’da doğan kızları Emine, eğitim için Ordu’dan İstanbul’a giden ilk kız öğrencilerden biridir. Emine Altınel, ilk ve ora okulu Ordu’da okuduktan sonra lise olmadığı için babası tarafından İstanbul Kandilli Lisesi’ne gönderilmiştir. Buradan sonra Darülfünun denilen İstanbul Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi’ne girerek Coğrafya bölümünden mezun olmuş ve öğretmenlik yapmaya başlamıştır.
Hüseyin Altınel’in yenilikçi taraflarından birisi de Ordu’da Harut Artun’un babası Mıgırdıç Artun gibi bisiklet kullanmasıdır. Ordu’da o dönemlerde Müslüman insanlar bisiklete binmeyi hoş karşılamıyorlardı. Hafız Hüseyin Efendi bisiklete binmeye başladığında etraftan “Hafız Efendi! Şeytan Arabasına nasıl binersin?” tepkileriyle karşılaşmış ama bunları önemsemeden bisikletini sürmeye devam etmiştir.
Otomobilin Ordu’ya ilk geldiği yıllarda ise bisikletten otomobile terfi etmiş, 1930’da ilk arabasını satın almıştır. Aracın önünde ay-yıldız bulunuyor, yıldızın sağında Latin harflerle “Ordu” ortada “10” ve solunda Osmanlıca harflerle yine “Ordu” yazıyordu. Ordu’da kayıtlı onuncu araç olan bu otomobil önden çevrilerek marş ediliyordu.
Hafız Hüseyin Beyin eşi Binnaz Hanım, bu konakta neşe ve huzur içerisinde dokuz çocuğunu yetiştirmiş, çok çocuk doğurduğu için de devletten madalya almıştır. Balkan Savaşları’ndan itibaren durmaksızın cephelerde savaşlara katılan Anadolu’nun nüfusu iyice azalmıştı. Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti yetkilileri, özellikle de Mustafa Kemal Atatürk, nüfusun artırılmasını istiyordu. Bunun için 1930 yılında çıkarılan Umumi Hıfzıssıhha Kanunu ile bazı önlemler alındı. Gebeliğe engel olacak, çocuk düşürmeye yarayacak aletlerin alımı ve satımı yasaklandı. Yasanın yayın tarihinden sonra altı çocuk sahibi olanlara para ödülü ya da madalya verildi. Anneler bir berat ile ödüllendirildi, aile yol vergisinden muaf tutuldu. Bu uygulama sonucunda Binnaz Hanıma bir madalya ve berat gönderildi.
Hafız Hüseyin Altınel’in sekizinci çocuğu Mehmet Kemal Altınel, mutlu çocukluğunu geçirdiği konağı onardıktan sonra, bu evi bir Aile Müzesine bir Müze Eve dönüştürmeye karar verdi. Bunun için kardeşlerinden ve kardeşlerinin çocuklarından bu eve ait eşyaları toparladı ama çoğu eşya kaybolmuştu. Olanları aldı, olmayanların yerine benzerlerini yaptırdı. Evin her odasının duvarlarına, bir zamanlar bu odaların duvarlarında sesleri yankılanan anne-babasının ve kardeşlerinin resimlerini çerçeveletip astı.
Şimdi evin her duvarında bir kardeşin hayat hikâyesini anlatan bir yazı ve onlarca fotoğraf bulunuyor. Konaktan çıkarken, bir zamanlar merdivende koşuşturan çocukların cıvıltılı sesleri ve asırlık çalar saatin melodisi bizi yolcu ediyor. Caddeye açılan kapıdan dışarıya adım attığımızda ise arkamızda yüz yıllık bir geçmişi bırakarak gündelik hayatın koşuşturmasına dalıveriyoruz.
(NOT: Bu yazıyı 2013 yılında yazmıştım. Babasından kalan konağı bir aile müzesine çeviren sevgili Mehmet Kemal Altınel amcamız vefat etti. Mekanı cennet olsun. Anısına saygıyla...)