Demokratik olmayan rejimleri tanımlarken diktatörlük olarak adlandırmıştık. Devletin siyasal aygıtlarını rejimler ve hükümet sistemleri belirlemektedir.Devletin ideolojik aygıtları içerisinde egemen ideolojinin baskısı hükümet sistemini belirlediği gibi toplumun sınıf olarak ayrışmasına da etki eder.
Althusser eserinde
‘’Karmaşık bir sistem olan devletin ideolojik aygıtlarının sistemi içinde var olan egemen ideoloji çok uzun süren sert bir sınıf mücadelesinin sonucudur.gerçektende öyle ki bu sınıf mücadelesi boyunca burjuvazi(örnek olarak bunu alırsak)kendi ereklerine ancak hem eski aygıtlar da kendini sürdüren eski egemen ideoloji ile mücadele ederek hem de kendi örgütlenme ve mücadele biçimlerini arayan yeni sömürülen sınıfın ideolojisi ile mücadele ederek ulaşılabilecektir.’’[1]
Althusser Devletin egemen olduğu ideolojinin sınıf mücadelesi içerisinde geliştiğini bunun içinde eski ideolojik aygıtlar ve yeni örgütlenme biçimlerini arama ile sömürülen sınıfın mücadelesi ile gerçekleşebileceğini tanımlamıştır.
Diğer yandan
’’ L.Althusser Devletin siyasal aygıtı(devlet başkanı,hükümet,idare) baskıcı devlet aygıtının bir parçasıdır:devletin siyasal aygıtını devlet aygıtı içinde yalıtmak haksızlık etmek olmaz.Hassas nokta şurası:devletin siyasal aygıtını(yani devlet başkanı,hükümet,idare) devletin siyasal ideolojik aygıtından ayırmak gerekir.Bunlardan ilki baskıcı devlet aygıtına ikincisi ise devletin ideolojik aygıtlarına dahildir.Devletin siyasal ideolojik aygıtı adlandırması neyi anlatıyor.?Belirli bir toplumsal oluşuma ait siyasal sistemi yada anayasayı anlatıyor.’’[2]
Yukarıdaki alıntıdan anlaşılacağı üzere Louıs Althusser göre devletin iki tip aygıtı söz konusu birincisi devletin kendi siyasal yapısına ait ideolojik aygıt bu da belirli bir toplumsal oluşuma ait siyasal sistem veya devletin anayasasın belirlenen siyasal sistem olarak belirtmiştir. İkincisi ise devletin toplum üzerindeki baskı oluşturacak yönetim sistemidir.Bu aygıt devlet başkanı,hükümet veya diğer idare aygıtları olarak tespit etmiştir.Bizde bu aygıtları şu şekilde tanımlayabiliriz.Devletin siyasal aygıtları siyasal rejimleri, baskı ve otorite oluşturacak aygıtlar ise hükümet sistemleridir
Otoriter devletlere örnek vermeden önce Prof.Dr.Ergün Özbudun’un otoriter rejimler, seçimsel demokrasiler ve Türkiye adlı eserinden otoriter rejimlerim ayırt edici özelliklerini değinelim.
Linz, 1964 yılında yayınlanan makalesinde otoriter rejimleri şöyle tanımlamıştır:
‘’Sınırlı, fakat sorumlu olmayan bir plüralizme yer veren; işlenmiş ve yol gösterici bir ideolojiye değil. Kendine özgü zihniyetlere sahip olan; gelişimlerinin bazı aşamaları dışında, yaygın ve yoğun bir siyasal mobilizasyon yaratmayan; bir liderin veya bazen küçük bir grubun, biçimsel yönden iyi belirlenmemiş, fakat fiiliyatta oldukça tahmin edilebilir sınırlar içinde iktidarı kullandıkları siyasal sistemler.’’[3]
Bu tanımın üç unsuru içerdiği görülmektedir. Sınırlı plüralizm, bir ideolojiden ziyade bir zihniyet varlığı ve siyasal mobilizasyonu düşük düzeyde oluşur. Linz’e göre,
‘’Plüralizmin sınırlandırılması, hukuki ve fiili olabilir; uygulamanın etkinliği az veya çok olabilir; bu sınırlama, salt siyasal gruplara inhisar ettirilebileceği gibi, menfaat gruplarını da kapsayabilir; yeter ki, devletçe yaratılmamış veya ona bağlı olmayan ve siyasal süreci şu ya da bu yönde etkileyen bir takım gruplar mevcut olsun. Bazı rejimler, sınırlı sayıda bağımsız grupların veya kurumların siyasal katılmasını kurumsallaştırmak, hatta bunların ortaya çıkmalarını teşvik etmek noktasına kadar gidebilirler; ancak bunu yaparken, hangi grupların varlığına hangi şartlar altında müsaade edileceği konusundaki nihai kararın yöneticilere ait olduğunda da kuşkuya yer bırakmazlar. Üstelik siyasal iktidar. Bu gruplara karşı hayli duyarlı olsa bile, bunlar aracılığıyla vatandaşlara karşı hukuken ve/veya fiilen hesap verme durumunda değildir’’[4]
Linz, ideolojilerin totaliter rejimlerin belirleyici unsuru olmasına karşılık, otoriter rejimlerin zihniyetlere dayandığını belirtmekte ve bu ikisi arasındaki farkı şöyle açıklamaktadır:
‘’(İ)ideolojiler, aydınlar veya sözde-aydınlar tarafından yahut onların yardımıyla, çoğu zaman yazılı biçimde olmak üzere, fikri bakımdan az çok işlenmiş ve örgütlendirilmiş düşünce sistemleridir. Zihniyetler ise, değişik durumlara karşı kodlandırılmamış tepkiler sağlayan, rasyonel olmaktan çok, duygusal nitelik taşıyan, düşünce ve duygu tarzlarıdır… Zihniyet ruhsal ön yönelimdir; ideoloji, derin düşünme ve kendini yorumlamadır; zihniyet önce, ideoloji daha sonra oluşur; zihniyet şekilsiz ve değişkendir; ideoloji katı bir şekle bürünmüştür… İdeolojilerde güçlü bir ütopyacı unsur vardır; zihniyetler bugüne ve ya geçmişe daha yakındır… İdeolojilerle zihniyetler, cevaplandırabilecekleri sorunların çeşitliliği, bu cevapların kesinlik dereceleri, cevap çıkarma sürecinin mantığı ve bu cevaplarla politikalar arasındaki çelişkilerin gözle görünürlüğü açılarından çok farklıdırlar. Eylemleri meşru veya gayrimeşru kılacak belirleyici güçleri de, birbirinden çok farklıdır.’’
Bu farklılıklar nedeniyle, zihniyetleri yoğun bir siyasal eğitim ve mobilizasyon aracı olarak kullanmak, ideolojilere oranla daha zordur. Bu, bizi otoriter rejimlerle totaliter rejimler arasındaki üçüncü önemli farka, yani totaliter rejimlerin yoğun bir siyasal mobilizasyona ve katılmaya dayanmalarına karşılık, otoriter rejimlerde katılma ve mobilizasyonun düşük düzeyde oluşuna götürmektedir. Linz’e göre, otoriter rejimlerin,
‘’(O)rtak olgusal karakterlerden biri, siyasal mobilizasyonun düşük düzeyde ve sınırlı oluşudur… (B)azı rejimlerde vatandaş kitlesinin siyasetten uzaklaşması(depoliticization) yöneticilerin amaçlarına uygun düşer, zihniyetleriyle bağdaşan ve onları destekleyen sınırlı plüralist unsurların karakterlerini de yansıtır.’’ Bazı otoriter rejimler, kuruluşlarındaki tarihsel ve sosyal ortam nedeniyle, başlangıçta böyle bir mobilizasyon sağlamaya çalışabilirlerse de, rejim ‘’ daha totaliter veya daha demokratik bir yöne doğru gitmedikçe, sonunda mobilizasyon ve katılmayı sürdürmek güçleşir. Özellikle bir tek parti ve onun kitle örgütleri vasıtasıyla yürütülecek etkin bir mobilizasyon, sınırlı plüralizmin diğer unsurları, özellikle ordu, bürokrasi, Kilisler veya menfaat grupları tarafından bir tehdit olarak görülür… İdeolojinin yokluğu, uzlaşmacı ve çoğu zaman taklitçi karakteri; hepsinin üstünde, yöneticilerin, özellikle askeri elitlerin, bürokratların ve rejime yandaş partilerden kooptasyon yoluyla devşirilmiş politikacıların zihniyetleri, mobilizasyon ve katılma yolunda ciddi engeller oluşturur. İdeoloji mevcut olmayınca, militanları gönüllü kampanyalar, parti toplantılarına düzenli olarak katılma, yüz yüze propaganda faaliyetleri vb. amaçlarla mobilize etmek güçleşir. Ütopyacı unsurlara sahip bir ideoloji olmayınca, siyasete daha pragmatik ve yakın çıkarları gerçekleştirecek bir araç olarak değil, başlı başına bir amaç olarak ilgi duyanları cezp edebilmek zor olur. İdeoloji olmayınca, gençlerin, öğrencilerin, aydınların siyasete katılmaları ve halkı siyasallaştıracak kadrolar oluşturmaları olasılığı azalır.’’[5]
Toplumu , baskı içerisinde tek taraflı uzlaşmacısız bir tutumla çıkarılan kanunlarla korku ve tehdit içerisinde halkı yönetmektir.Hukuk devletinden uzak baskıcı kanunlarla yönetilen halk demokratik haklarını kullanamaz hale gelir.Toplumun aydın kesimi artıkça sistemin değişmesi için muhalefet oluştururlar.
Rod Hague-Marin Harrop çeviri İbrahim Yıldız-Soner Torlak-İdil Çetin Siyaset Bilimi karşılaştırmalı Bir Giriş adlı eserde
‘’Demokrat olmayan liderler hukukun üzerinde oldukları için anayasal yapı(şayet varsa)zayıf bir kılavuzdur.Yasalar muğlaktır ve birbirleriyle çelişmelidir,bu da rejimin başını ağrıtan herkesi mahkemeye çıkarmanın bahanesini oluşturur.Hassas davalar için çoğunlukla özel mahkemeler(sözgelimi,askeri mahkemeler)devreye sokulur.Yasama organı ve yargı profesyonel olmaktan uzak ve etkisiz,yeterli mali kaynağa sahip değildir.Yurttaş haklarına pek saygı duyulmaz;devlet yetkili özel kuruluşlar aracıyla işler.Anayasal sınırlamanın olmayışı azınlık grupları mahkumlar ve kadınlar gibi güçsüz gruplar ın keyfi muameleye tabi tutulmasına yol açar.Özel mülkiyet hakkını korumaya yönelik amir bir yasal çerçeve olmadığı için otoriter yönetim genellikle iktisadi durgunlukla anılır.Yöneticiler pastanın en büyük dilimini hep kendilerine ayırmak isterler,gelgelelim pasta büyümediği için uzun vadede siyasal kırılganlık kaçınılmaz olur.
Otoriter rejimlere de, babadan oğla devir edilen monarşiler hariç,açık seçik bir veraset prosedürünün olmayışı başlıca zayıf noktadır,buda onların siyasal dinamizminin büyük bölümünü oluşturmaktadır.Liderliliğe yeni birilerinin geçmesini sağlayacak rekabetçi seçimler söz< konusu olmadığı için otoriter liderler son kullanma tarihlerini epey geçseler de iktidara da kalmaya devam edebilir.(2011 arap isyanlarında yaşlı otoraktların bir bölümü nihayet alaşağı edilmiştir.)(Tablo 4-2)Bu kalkışmalarında gösterdiği gibi otoriter bir rejimde lideri değiştirmek,bir demokrasiye kıyasla daha zor bir süreçtir..Çin bu konuda istisnai bir örnektir.,çünkü komünist partinin üst yöneticileri 1990’lar dan beri her on yılda bir yenilenmekte,bu da elbette ki partinin sürgit iktidarda kalmasına katkıda bulunmaktadır.Libya’da Kaddafi örneğinde olduğu gibi kişisel despotizmin gerilemesi,otoriter rejimler açısından yağısal bir tehlikedir.N eki Brooker (2009.s.130)tespit ettiği üzere kişisel yönetimin yozlaşması diktatörlüklerde sıkça karşılaşılan bir olaydır.(özellikle de parti rejimlerdin de) ama hiç de kaçınılmaz değildir.Verset konundaki belirsizliklerin daha önemli bir sonucu da gözü iktidara da olan muhterislerin otoriter yöneticileri her an devirebilmeleridir.,bu da iktidarda ki kişinin ayakta kalmak için sürekli tetikte olması gerektiği anlamına gelmektedir.Otoriter liderlerin bu yapısal /siyasal belirsizliklere nasıl tepki verdiklerini saptamak bizi demokratik olmayan yönetimlerin özüne götürür.Bu gibi liderler kontrolü elden kaçırmamak için üç önemli araçtan istifade ederler.Birincisi,otoriter yöneticiler güçlü bir ordu ile güvenlik kuvvetini elinde bulundururlar.Pozisyonlarını daim kılmak için bu kaynağı kullanmaya hem istekli gözükmeli hem de kullanabilmelidir.Otoriter rejimlerde demokrasinin aksine askeri alan ile siyasal alan birbirinden ayrı değildir.İkincisi ,otoriter yöneticiler kendi posizyonlarını gayri resmi bir patronaj ağı vasıtasıyla idame ettirirler;böyle iktidarın diğer sahiplerini işe alma doğal kaynaklar üzerinde kontrol kurma ve para kazandıran fırsatlara erişim sağlama gibi mali imkanlar sağlayarak (bu kişiler de bu kaynaklar kendi destekçilerine dağıtırlar)onlarla eklemlenirler.Bu şeklide kişinin kendi hamisine ve dolaylı olarak da rejime bağlanması başarılı bir kariyerin anahtarı öğesi olur.Üçüncüsü;otoriter rejimlerde medya sıkı bir denetime tabidir.Yöneticiler kendi başarılarının medyada büyük yer tutmasını temin ederler;öte yandan muhalifler bu medya organlarında ya eleştirilir yada görmezden gelinir.Devletin itibarını tehdit etmek gibi muğlak ve kapsamı geniş suçlar gerekçe gösterilerek sansür uygulamasına gidilir.
‘’Tablo 4-1 Bazı Otoriter devletler
Dünya siyaset sahnesinin önemli oyuncuları olan bazı büyük ve petrol zenginli ülkeler demokratik olmayan araçlarla yönetilmeye devam etmektedirler.
Yönetim biçimi Nüfus Gayri safi yurtiçi Petrolrezervleri
(sıralama) Hasıla(sıralama) (sıralama)
Cezayir
Başkanlık (ordunun güçlü etkisi)
35
48
17
Çin
Kominist parti
1
3
14
İran
Yarışmacı Teokrasi
18
18
4
Kuzey Kore
Ordu destekli diktatörlük
49
99
Petrol rezervi yok
Suudi Arabistan
Kraklık ailesi
46
24
1
Vietnam Komünist parti 14 43 45
Not:CIA’nın gayri safi yurtiçi hasılaya göre yaptığı sıralamada Çin üçüncü sırada yer almaktadır.Çünkü tek ülke olarak alınan Avrupa Birliği bu sıralamada ABD’nin ardından ikinci konumdadır.Kaynak:CIA(2012)[6]
Otoriter yönetimle yönetilen ülkeler ekonomik, sosyal ve teknolojik gelişme göstermede geri kalmıştır.Diğer taraftan sosyal adalet ve eşit katılımlı demokrasi açısından ekonomik zorluklar karşısında gösterilen tutum gibi kaderci illiyet kurulmaya çalışılır.
Ergün Öbudun’un çevirisiyle Juan j.Linz Totaliter ve otoriter rejimler adlı eserinde otoriter rejimleri şöyle açıklamıştır.
‘’ ’Sınırlı, fakat sorumlu olmayan bir plüralizme yer veren; işlenmiş ve yol gösterici bir ideolojiye değil. Kendine özgü zihniyetlere sahip olan; gelişimlerinin bazı aşamaları dışında, yaygın ve yoğun bir siyasal mobilizasyon yaratmayan; bir liderin veya bazen küçük bir grubun, biçimsel yönden iyi belirlenmemiş, fakat fiiliyatta oldukça tahmin edilebilir sınırlar içinde iktidarı kullandıkları siyasal sistemler’’(linz,1964s.255) Bu tanım , sözü geçen sistemleri bir yandan yarışmacı demokrasilerde, öte yandan totaliter sistemlerin ideal tipiyle karşılaştırmak suretiyle gelişir.(lınz,1964,1970a,1973a,1973b),Tanım ,demokratik siyasal sistemlerle açık kavramsal sınırlar getirmesine karşılık ,totalitarizmle daha belirsiz bir sınır çizmektedir.çünkü totalitarizm öncesi ve totalitarizm sonrası durumlar ve rejimler de bu tanıma girebilir.Başka bir sınırlama,meşruluk kaynaklarının farklı oluşu nedeniyle geleneksel meşruluğa sahip rejimlerin veya otoriter biçimde hüküm süren oligarşilerin tanım dışı bırakılmış olmasıdır.Sultancı-otoriter olarak adlandırdığımız rejimlerle, otoriter tanımıza sokmak istediğimiz rejimler arasında bir çok ortak yönler varsa da bunlar sultancı-otoriter rejimlerde iktidarın keyfi ve önceden kestirilemez biçimde kullanılışı ve sınırlı siyasal plüralizm zayıflığı yönlerinden birbirlerinden ayrılır.Geleneksel meşru rejimlerle otoriter rejimler arasında yer alan on dokuzuncu yüzyılın yarı anayasal monarşileriyle (bunlarda monarşik,katmansal,hatta feodal unsurlar,yeni doğmakta olan demokratik kurumlarla karışmış durumdadır)mülkiyete dayanan demokrasileri tanımımızın dışında tutmaya da başka sebebler den dolayı uygun gördük;mülkiyete dayalı demokrasilerde sınırlı oy hakkı hiç değilse erkekler için genel oy ilkesine dayanan modern yarışmacı demokrasiler yönündeki gelişim sürecinin bir adımını teşkil eder. ‘’[7]
İktidara sahip olanlar halkı yönetirken ideolojik temel üzerinde kendi ideolojik sistemlerini kurarak halkın siyasal ve ekonomik olarak baskı içerisinde bulunurlar.Devletin aygıtlarını kullanarak demokrasinin uygulanmasını engeller.Devletin yönetimini özel kuruluşlar veya sahip olduğu siyasi parti vasıtasıyla yönetir.Bürokrasi hantallaşır inisiyatif alamaz hizmetler adil bir şekilde dağıtılamaz ekonomi durgun hale gelir.Dış dünya ile irtibatı stabil hal alır.Hukuk devletinden hızla uzaklaşarak kanun devleti halini alır.Artık bir zümrenin yönetimi ile kapalı bir idare şekli oluşur.
[1] Althusser-a.g.e-s-12
[2] - Althusser-a.g.e-s-17
[3] Özbudun-Ergun ‘’otoriter rejimler, seçimsel demokrasiler ve Türkiye’’ İst.Bilgi.ünv.yay. syf.4-5
[4] Ergun özbudun ‘’otoriter rejimler, seçimsel demokrasiler ve Türkiye’’ İst.Bilgi.ünv.yay. syf.4-8
[5] - Ergun özbudun ‘’otoriter rejimler, seçimsel demokrasiler ve Türkiye’’ İst.Bilgi.ünv.yay. syf.4-6
[6] -Rod Hague-Martin Harrop –çev.ibrahim yıldız-Soner Torlak-İdil Çetin-Siyaset bilimi Karşılaştırmalı bir giriş-Dipnot yay.2014-sf-76-78
[7] - Linz,a.g.e(çev. Özbudun)-sf-161-162